4 Ağustos 2010 Çarşamba

iç direnç

bunca zaman bekleyip duvarların cevap vermediğini görmekten daha acı olan bir şey varsa o da hiçbir zaman cevap vermeyeceğini bilmek olsa gerek. ben her şeye rağmen sonların acıtmadığı yerin hayalini kuruyorum. belki ona ulaştığım zaman içkiyi falan da bırakırım. adaçayı, papatya çayı... oh mis. eşiği yükseltmemek lazım. sonra aşağı inmek bilmiyor.

köreldin diyorlar. hayır diyorum. sadece hayallerimle hayat arasında bir kesişen küme yarattım ve ona tutunuyorum. gerçekten çabalıyorum evet ve bu sefer bu çabalama hali beni hiç rahatsız etmiyor. öyle şeyler için çabaladım ve öyle boştular ki boşluklarının içine kapılıp ne kadar boşluğa düştüğümü farkedemedim. şimdi gerçekten bir şeyler yaptığımı hissediyorum. bir fark yarattığımı. sevdiğim bir gazetede çalışıyorum, sevdiğim bir arkadaşımla barda çalışıyorum, okuluma gereken özeni gösteriyorum. daha çok okuyor ve daha çok yazıyorum.

kısa zaman öncesine bakıyorum. hani şu sürekli bahsettiğim uyuşmuşluk haline. tüm bunların bir kadın yüzünden olması çok garibime gidiyor. kendime biraz da kızıyorum gerekenden çok daha fazla çaba gösterdiğim için. sevginin yerini önce nefrete, sonra da hissizliğe bırakma süreci... sonra kızamamak. evet öyle biri olduğu için kızamamak. galiba gereğinden fazla iyi niyetliyim bu konuda. çok sevdiklerimiz bazen hayatımıza devam edebilmemiz yolundaki en büyük engellerimiz oluyormuş. anlamak acı verici ama gerekli.

hissizleşelim istiyorlar. hissizleştiriyor insanlar. zaten ''görüyor musun dağlara dokunuyor insanlar? giderek dağlaşıyorlar...'' yoksa mekanikliği içselleştirdim mi? kuyular yaratıyorum. sevmediğim her şeyi içine atıyorum. tanıdığım insanların çoğundan nefret ediyorum feridun abi gibi. tanımadıklarımıysa yeterince seviyorum. sevgiler değişken biliyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder