26 Eylül 2010 Pazar

adam

...40...41...42...

kırmızı kapıyı açan adam kelimelerin peşine düştü. elinizde olmadan susmak zorunda kaldığınızda bir süre sonra sürekli saçmalamaya başlıyorsunuz. elinizden sözcüklerinizi almışlar işte. gündelik hayat öyle bir domaltmış ki çocuğu doğrulmaya çalışınca daha derine giriyor uzvu. kısacası adamı öyle bir hale getirmişler ki sikseler sesi çıkmayacak.

kırmızı kapı, siyah odaya açıldı. sevmek, büyük intikam dedi tanrı. elbette herkesi sevebilirsiniz eğer kafaya koymuşsanız. durmuş saat doğru zamanı gösterdiğinde ona kimse bakmıyor ki dedi tanrı. mavi gömlekli adam çıkar kimliğini dedi. eğer kelimeleri alınmamış olsaydı ona ''insanda kimlik mi bıraktınız?'' diye sorardı. evet bunu yapabileceğine herhangi bir şeyden emin olduğum kadar eminim. kısacası adamı öyle bir hale getirmişler ki uykuyla uyanıklık arasına sıkışıp kalmış.

siyah odanın içinde mavi balonlar vardı. ''devir öyle devir ki azizim bu çocukları gördükçe savaş günlerinde büyüdüğüme şükrediyorum,'' dedi ölmüş ama gömülmemiş adam. bir çözümleme yapabilirdi adam. bundan epey emindi. hatta noktalar kümesi bu kadar dağınık olmasa kadına her şeyin grafiğini çıkaracaktı. eline bir saman kağıdı ve dandik bir kurşun kalem aldı. ''z'' harfinden başladı. gerisini yazamadı. kısacası adamı öyle bir hale getirmişler ki başlayacağı yeri biliyor ama gerisini bir türlü getiremiyor.

...56...57...58...

bütün balonlar birden patlamaya başladı kendiliğinden. adam hareketin orta yerinde tepkisizce izledi olanları. erimeye başladı dondurma. bir çok şey eriyebilirdi. yalnızlık mesela... adam bütün bunları biliyordu ama inanmıyordu. bir kabullense harekete başlayabilecekti. dedim ya adamı öyle bir hale getirmişler ki sikseler gık demeyecek.

...97...98...99...

yani adamı öyle bir hale getirmişler ki ancak bu kadar getirebilirlermiş.

23 Eylül 2010 Perşembe

sahi neden?

sonra dedim ki bu düşen yaprak sonbaharın habercisi. birden derin bir hüzün kaplayacak ortalığı ve ben tekrar kendim olabileceğim. dedim ki bak daha söyleyeceklerim var. gideceğim yerde gemi yok diye günün son otobüsüne bilet alıyorum. yeteri kadar romantik olmadıysa kızma. ben zaten uzun zamandır susuyorum kimse anlamasın diye kimsenin kimseyi anlamadığını. üzgünüm bana sorsan ben de anlamıyorum.

sonra dedim ki kendimi değiştirmenin bir başvuru formu vardı ve ben ne yazık ki son teslim tarihini geçirdim. bunların hepsini söyledim biliyorsun. dedim ki... sonra ceketimi de bırakıp giderim dedim. siktir et kibarlık yapıp bana vermene gerek yok. ben bir sürü şey söyledim ve hiçbirinin hiçbir önemi yok. sözler yalancı kalıyor bu amına koduğumun haziran gününde.

ağzım neden bu kadar bozuk bilmiyorum. neden sürekli küfrediyorum? şimdi bakınca bu şehirde senin de nefes aldığını bilmesem bu şehirin hiçbir anlamı kalmazdı. sen yokken cinnetin eşiğine geliyorum evet. senin de o yokken cinnetin eşiğine geldiğini biliyorum. cinnetimden korkuyorum. altın tepside intiharlar sunuyor geceyarıları kıyak geçiyormuş gibi. çok direniyorum kendimi kendime teslim etmemeye. filmin sonunda tüm renkler kırmızı olacak biliyorum.

her an bir sensizlik kurşunuyla kendimi öldürebilirim. bunun beni nasıl göstereceği sikimde bile değil. huysuzlaştığımı biliyorum. sahi neden benim hiç arkadaşım yok? sahi neden çocukluğuma doğru yürüyor gibi hissediyorum? sonra nasıl çocukları bu kadar sevebiliyorum?

sonra dedim ki saçlarından yansıyan günışığıyla aydınlanan tüm gezegenlerin duvarlarına adını kazıyacacağım. ben laciverttim ve bu kadar mutsuz olmam bundandı hani. şimdi sadece adam asmaca oynuyorum adınla.

neden bu kadar çok içtiğimi bilmiyorum. sürekli soruyorlar. neden kendimi böyle cezalandırıyormuşum? sahi neden?

bir son daha yazmak istiyorum. içbükey yalnızlıklar bunu hakediyor olmalı diyorum. ve kırılgan teniyle kesiyor sensizlik sessizliği. o an ne yapmam gerektiğini bilemiyorum. muhtemelen susuyorum. yokluğun altın tepside ölümler sunuyor. ben her gece kendimden kaçacak başka bir delik arıyorum. sahi neden?

21 Eylül 2010 Salı

memeler

birden geceliğini çıkarıp yanıma geliyor şehir
ve ben bunu yine gecikmeli olarak görüyorum
yatırıyorum ve ''bana pezevenk de ulan'' diyorum
gonca kitap parası için çocuklara memelerini gösteriyor okul tuvaletinde
ben bunlara rağmen kimseye kızamıyorum

yazıp üstünü karaladığım isimler var elbette
yaşayıp hatırlamıyorum dediklerim var
delikanlılığa pek yakışmaz zaten kendisi bende pek yer bulmaz
ana avrat sövgülerim var
ve bütün bunlara rağmen ben kimseye kızamıyorum

ölmenin bile kendince bir güzelliği var
kaptan çoktan ölmüş
''bana ibne de ulan'' diye bağırıyor
kaptan ölse de kurtulsa
''bana kendimi ver ulan'' diye bağırıyor

sonra memelerin çıkıyor ortaya
sonra ben rüya gördüğümü anlıyorum
sonra ağır küfürler ediyorum
çok bir şey değil
sadece memelerini alıp gitmeni istiyorum

anakaraya yaklaşırken sevişeceği fahişelerin hayalini kuran kaptan ağlıyor
''bana yeni bir hayat ver ulan'' diyor
tanrı hazretleri elbette bunu pek sallamıyor

sonra dudakların çıkıyor ortaya
en fazla öpülmeye muhtaç yerlerinden
sonra rüyada olmadığımı farkediyorum
bir yere yığılıyorum muhtemelen ve sonrası gelmiyor
sonrası yok işte
ben zaten sadece memelerini alıp gitmeni istemiştim

kümeler

haki rengi bir yalnızlık kaplı etrafta hissediyorum. varoluşumun en umutsuz yerindeyim çünkü umutsuzluğu sorun etmiyorum. gerçekten her şeyi kayıp mı ettim yoksa kazanacak bir şey kalmadığını mı düşünüyorum? hep böyle değildim diye hatırlıyorum. hayatımdaki insanları hatırlamaya çalışıyorum. gerçekten kazanacak bir şey kalmamış olamaz çünkü elimde hiçbir şey yok. nasılsın?

defalarca kez onu affetmeye çalıştım. sonra anladım: kendini affetmeden kimseyi affedemezsin. sonsuzdan geriye doğru saymayı falan denedim sonra. uykum geldi bıraktım. benim iyiliğimden ne olur siktir et.

insan öyle şeylere kadir ki... bunu bir anlasan her şeyi çözeceksin. yalnızlığın canını yakmayacak mesela. selin'i ele alalım: kafayı bulunca ağlamaya başlardı. tipik bir bunalım içinde anlam arayışını devam ettiren sorunlu kız... hala utanınca ellerin terliyor mu? yaşamak eldeki cevaplara uygun sorular aramaktır.

kendini kendine çok fazla saklıyorsun hep bundan oluyor demişti mesela. içine atma işte kaç kere söyleyeceğim. zeliha'yı ele alalım: 6 yıl bir adamı sevmişti sonra kendi hayatını tercih etti. özgür kız kıyafetini üstüne geçirip her şeyin doğrusunu bildiğini zannederdi. nasılsın? yaşamak kesişen kümeler aramaktır.

sona yaklaştıkça her şey çirkinleşiyor ve ağır küfürler ediliyor. bu benim canımı fazlaca sıkıyor. çok sevdiği şarkıyı bile ara sıra dinleyip ondan sıkılmamak isteyen biri çok sevdiği insanı sürekli yanında istiyor. insanlar şarkılardan daha çabuk sıkılıyor oysa. okan'ı ele alalım: bu hayatın çok boş olduğu kanısına 15 yaşında vardı 17'sinde öldürdü kendini. mutsuzdu ve yapabileceği hiçbir şey yoktu. evet ben hala işler biraz ciddiye binince susmaya başlıyorum.

noktalar kümesi dağınık. açıklamaya yetmiyor olup bitenleri. oysa ben sana hayatının grafiğini yapabilmek isterdim.

iyiyim ben de . teşekkürler.

noktalar kümesi dağınık.

16 Eylül 2010 Perşembe

çünkü zaten

insanlar dua ediyorlar çünkü çaresizliklerini kendilerine yediremiyorlar. ''benden daha büyük bir şey olmalı.'' nereden başlayacağımı bilmiyorum. çaresizlik... tüm çağların en büyük hastalığı. bir arkadaşım sevgilisinin onu aldattığını öğrendikten sonra bana ''ben bununla yaşayamam,'' demişti. ben de ona ''insanın nelerle yaşayabildiğine inanamazsın,'' demiştim.

insanlar acılarına ortaklar arıyorlar. bu terapi grupları falan da bu hikayeden çıkıyor. benzer acıları paylaşmak ve üstesinden gelmek. ''benim de başıma gelmişti.'' doğru kelime ne bilmiyorum. arkadaşımın bir sonraki sevgilisi trafik kazasında öldü. heh evet galiba başlayabileceğim bir yer buldum. kendinden büyük bir şey olduğunu kabul etmek kolay; kendini ona teslim etmek çok zor.

delirecek gibi olduğunu biliyorum. duvarlara bir şeyler fıtlattığını. ağzının daha bir bozuk olduğunu. daha çok kahve, sigara, alkol tükettiğinin farkındayım. muhtemelen sen de çok sevdiklerini istemeden çokça kırıyorsun. kafanda senaryolar yazdığını biliyorum. karşılaşmalar... mesela istiklale girdikten sonra 3. sola dönerken birden göz göze gelmek... gerçeği söylemeli miyim bilmiyorum ama yalan söylemek istemediğimi biliyorum. ve arkadaşım bununla da yaşıyor. evet bunun adına yaşamak denebilir çünkü zaten bütün yaşamlar böyledir.

affetmek için çok çaba harcıyorsun ama kendini affetmeden kimseyi affedemeyeceğini bilmiyorsun. sessiz olmanı isteyemem evet. bütün bunların bir yanılsama olduğuna ben de inanıyorum. çünkü zaten insan kendine bile ait değil. nasıl yaşadıklarının gerçekliğinden emin olabilir ki?

bir arkadaşım benden birkaç günlüğüne bir silahı saklamamı istemişti. ben o birkaç günün gecelerinde sürekli kendimi öldürmeyi düşündüm. bu o kadar romantik değil. kendime sıkamayıp aynaya sıkmadım. madem götün yemeyecek neden kurşun israf ediyorsun? çünkü zaten varlığın da yokluğun da bir.

yokluğumun seni cinnetin eşiğine getirdiğini biliyorum. onun yokluğu da beni cinnetin eşiğine getiriyor. senin yokluğun da öbürünü cinnetin eşiğine getiriyor. bunun bir döngü olduğunu ve bir sonu olmadığını da biliyorum. cinnetlerinden korkan insanlar ikinci el sevgilerle tatmin olmaya çalışıyor. çünkü zaten dokunulmamış kimse kalmadı.

bütün bunların geçeceğini söylemeyi isterdim. evet bunu gerçekten isterdim. ama dediğim gibi yalan söylemek istemiyorum. arkadaşımın şimdi de bir başka sevgilisi var. neye elimi atsam piç ediyorum ve bu bir türlü geçmiyor.

kızmaya hakkım var mı bilmiyorum ama kızmıyorum. bu yüzden sen de kızma artık. bolca uyuyup rüya görmeye çalışabiliriz. mutlu anları hatırlamaya... başlangıcın inanılmaz masumiyeti... evet şu an bir yandan gülümsüyorum çünkü aklıma geliyor. bu gece her şeyin güzel olacağına kendimi inandırabilirim. ama bunu yapmamam lazım.

çünkü zaten hayat gerçekliğini her sabah muhtelif taraflarıma sokuyor.

12 Eylül 2010 Pazar

maradona

ses. deneme. şşşş. soundçek. ses. çiş...

ve uzun zaman sonra tekrar kalplerin senkronize olamamasıyla karşı karşıyayız. bu lafı çok ergen bulan bir arkadaşım var ama ben bunu icat ettiğim için kendimle sürekli gurur duyuyorum. kadınların kıçına başına bakmak için izlediğim bir dans gösterisinde hatırladım bunu. sürekli dans etmek isteyen bir arkadaşım var. hoş memleketi danimarka'ya döndü ama sanki hala bir yerden çıkıp ''ay vanna deeeens,'' diyecek gibime geliyor.

kalpler heyecanla sahneye çıktı. ilk birkaç figürde hiç sorun yoktu. kimse bilmiyor ama ben çok sikimsonik bir filmde figüranlık yaptım. ama önemli bir sahne yani. arkaplanda görünüyorum direkt. ne olur ne olmaz bir gün şu müzik işinden az çok ismim duyulur diye söyleyemiyorum. kalpler bu işi pek kıvıramadı. birden götleri başları ayrı oynamaya başladı. yalnızlık bir süre susmaktır.

bir sabah uyanacaksın ve... evet bu olacak. bir sabah uyanacaksın ve hiçbir şey değişmemiş olacak. önceki akşam çok içmiş olacaksın. muhtemelen mutsuzluktan... o sırada ben son içkileri hazırlıyordum. içkiler bedava diye amı götü değıtmış orta yaşlı filozof hatun yanıma geldi. ''bu kadar genç biri bu kadar üzgün olmamalı,'' dedi. ''gençliğe ve güzelliğe sahipsin,'' dedi. ''sonum da dorian grey'inki gibi olacak zaten,'' dedim. ''bu ne karamsarlık abi biraz umutlu ol,'' dedi. ''umut hayatta kalmak için günde 12-13 saat çalışmak zorunda olmayanların sahip olabileceği bir şeydir,'' dedim. işsizim kaç haftadır. iş olaydı iyiydi. yalnızlık bir süre sustuktan sonra duvarlara bir şeyler anlatmaktır.

evet bir sabah uyanacaksın ve en ufak bir ayrıntı değişmemiş olacak hayatında. en fazla birkaç tel saçın dökülmüş olacak yastığına. ya siktir et kılda keramet olsa götte çıkmaz. ne yazık ki bu işin sonunda birinin kırılacağını söylemeyi unuttum onlara. kafası yarılan yanıma geldi. ''nasılım?'' dedi. ''ölmeyecek kadar yaralı,'' dedim. az önce kalpler kafa kafaya çarpıştı.

sonların acıtmadığı yeri bulamayacağımı anlayınca hayalini çok uzak bir yere koydum. o sıra kendime hiçbir şey diyesim gelmedi. yani anlayacağım bu kalpler çoktan geçilmesi tehlikeli ve yasak olan sarı çizgiyi geçmişti. amı götü dağıtmış kadın bana baktı. dediğimi anlamaya çalışıyordu muhtemelen. fazla sarhoştu. ''iyi geceler. ellerine sağlık,'' dedi ve gitti. maradona sanatın ulaştığı en üst noktalardan biri. kadının arkasından kalçasına baktım evet. çok da başarılı bir çalışmaydı. ele avuca gelecek biraz ki anlamı olsun. kendime bir şey diyemeyince susmak istedim. yalnızlık bir süre susup ardından duvarlara bir şeyler anlattıktan sonra duvarların cevap vermesini beklemektir.

en kötüsü kızamamak. bir zamanlar bir kadın vardı ve artık olmamasına rağmen ona kızamıyorum. maradona futbolcu olmasaydı kesinlikle devrimci bir örgütün siyasi kanadında yer alırdı. hayatımda orta şiddette bir deprem yaratmasına rağmen kızamıyorum. utanarak da olsa ara sıra özlediğimi anlıyorum. o an kabul edesim gelmiyor ve gömleğimi parçalayarak nefesim tükenene kadar koşmak istiyorum. nereye olduğu mühim değil. koşmak ve bir yerde bayılmak istiyorum. kendime geldiğimde nereye gideceğimi uzun süre bilememek istiyorum. sürüyü ve içgüdülerini kaybeden bir kuş gibi...

kadın tam da sigaramı yaktıktan sonra. ''neden bu kadar kızgınsın ve acısını neden benden çıkarıyorsun?'' dedi. ''unuttun mu ben dorian grey'im. de sade'dan fazlaca etkilenmiş bir kahramanım ben,'' dedim. döndü kıçını. bir süre dizlerini salladı. sonra da uykuya daldı.kıçıma başıma bir şeyler giyip çıktım oradan. sonların acıtmadığı yere doğru koştum. yalnızlık duvarların cevap veremeyeceğini kabullenemeyip onlara küsmektir.

biraz uzatıyor muyum yoksa? elimde çok güzel filmlerim var. amatör, bigi titis, vintage, milföy... milföy ne lan?

yani demem o ki dediğim her şey çok anlamsız. muhtemelen onları bu güzel kılıyor. hadi lan gülümsüyor bir de anlamsız olur mu hiç? andy warhol yaşasaydı ve beni tanısaydı ne hissederdi acaba?

yalnızlık hiç olmayacak saatlerde uykudan sırılsıklam uyanıp kafasında hiçbir şey kurgulamadan bir şeyler yazmaktır. yalnızlık durumdan şikayetçi olmamaktır.

yalnızlık maradona'nın çalımlayacak adam bırakmadığı an hissettiğidir.

5 Eylül 2010 Pazar

elini yıkadın mı sen?

gelmediler. ama belli ki gelecekler hatta yoldalar. zaten uzun zamandır onları bekliyordum. gelsinler ve deliliğe içelim. evet bu mantıklı.

bir yerlerde zeka seviyesi normal olan ve kendini erkeklere adayan kadınlar varmış. bunların çoğu da güzel kadınlarmış. erkeklere adayan derken tabii kaşarlık mahiyetinde değil bu. öyle duygusal bir ilişki, anlayış falan bekliyorlarmış. beklemek derken geçen gün otobüs beklerken ilkokul arkadaşımı gördüm. o da beni gördü ve birbirimizi tanıdık. epeyce güzelleşmiş ama hala çok salak kendisi. ağzını kocaman açıp ''ayy çok değişmişsieeen,'' yaptı. gülmemek için sustum önce. ağzımı açsam kocaman bir kahkaha çıkacaktı. o anı yaşadın sen de biliyorum. nefes alıp verdin derin derin.

kardeşimi mastürbasyon yaparken yakaladım. takım taklavat meydanda değildi ama ne iş üstünde olduğu gayet belliydi. tabii çoğu ''anlayışlı'' abi gibi durumu görmezden geldim.

ha bir de ülkenin başbakanı. diyarbakır'a gövde gösterisine gitti. hiç utanmadan referandum vaadi olarak diyarbakır hapishanesinin yıkılıp yerine yeni bir hapishane yapılmasını gösterdi. velhasıl bizde 12 eylül'ler kolay kolay bitmez.

kardeşimi o şekilde yakaladıktan sonra aklıma sürekli vavien filmi geliyor. kardeşimle birlikte izlemiştik. o yüzden ''elini yıkadın mı sen'' diye soramıyorum. ilkokulda öğretmenime... yok hayır devamı gelmeyecek. ilkokulda sorduğum ve sonradan hatırlayıp kendimi çok salak hissetmeme neden olan bir soru yok. aşk stratejik bir hatadır.

toplu taşıma araçlarında insanları kitleyen yaşlı insanlardan olmamak için çabuk ölmek isiyorum. aşk stratejik hata yapanın aptallığına yanmasıdır. elini yıkadın mı sen? iki saattir joystick'le oyun oynuyorsun. bu yaşlılardan biri beni kitlemeye kalktığında ya kitap okumaya başlıyorum ya da pencereden dışarı bakıp içimden her şeyin iyi olacağını falan söylüyorum.

ha bu arada aşk stratejik hata yapanın aptallığını kabul edip bunu herkesten saklamak istemesidir. çocuk okumuyor arkadaş. keşke okumaya hevesi olsaydı da ayakkabı boyayıp okutsaydım.

elini yıkadın mı sen?