24 Ocak 2011 Pazartesi

hoşçakal

çok kalabalık. öyle hızlı bir değişim döngüsündeyiz ki o kadar olur. beyin amcıklamalarımı taşıyamadığım zamanlar oluyor benim de. geçmiş zamanlardan güzel anılar çıkarmaya çalışmıyorum hiç. belki çok güzel anılar sahiplenmişimdir ama anılara bağlı bir hayat pek hayat sayılmaz üstad cantona'nın da söylediği gibi. yine de birkaç saniyeliğine de olsa kendimi bütün bu oyunların dışına attığımda, çocukluğundan fazlasıyla alacaklı bir ihtiyar gibi hissediyorum. çakmak cebimde daha fazla yer kaldı mı bilmiyorum. ama galiba hayal kırıklığı için her yerde, her zaman yeteri kadar yer var.

medeniyet tarihi diyorum sürekli bugünlerde. yürüdüğüm yollara kimin balgam attığını merak ediyorum bu tüm insanlık tarihi boyunca. hatalarına yamalar arayan mızmız bir çocuk gibiyim bu aralar. bu aralar bir sürü şey gibiyim. tüm mızmızlığıma rağmen bunu kabul etmek zorundayım.

yağmur falan yağıyor bazen. artık romantik gelmiyor. ıslanıyorsun işte. havalar iyi değil. ürkmüş kaplumbağalar var hani. kabuğundan dışarı çıkmayan. kabuğum kırılırsa ne yaparım?

galiba ilk kez kendimi bu kadar ele veren bir şeyler yazıyorum. yani illa ki yazmışımdır da kimseyle paylaşmadım bugüne kadar. bazı maskeler bazı zamanlarda ibnelik yaratıp kaçıyorlar. doğru kelimenin ne olduğunu ben de bilmiyorum. doğru bir kelime olup olmadığından da emin değilim.

tanımadığım insanları sevme eğilimim bitti bitecek. tanıdıklarım o kadar kırdı yani umutlarımı. saniyeler yüzünden belki yılları harcayan bir ırk olan insan ırkını onun bir parçası olmama rağmen ne kadar sevebilirim bilmiyorum. belki de sorun onun bir parçası olmam. bunca ağlaklığın altında belki tam bir orospu çocuğu yatıyordur. kendimden bahsediyorum yani. belki bütün bu sıkıcı ruh hali kendi imalatımdır. bu yazı yazma meselesi çok üzdü beni. şair de demiş ya sanki çocukluğuma doğru yaşlanıyorum. galiba takip eden birkaç insan var yazdıklarımı. sevdiklerinden mi can sıkıntısından mı bilmiyorum. benim şimdi alacaklarım var biliyorum. bundan eminim. muhtemelen vereceklerim de var. hesap hiç kapanmaz ya azıcık da olsa dengeyi sağlayana kadar susuyorum. yazı falan da yazmıyorum.

dünya için görünmez, benim için büyük bir adım. kalbi kırılan kim kaldıysa kusuruma bakmasın. çünkü bakmaya başlarsa, saymakla bitiremez.

18 Ocak 2011 Salı

bırak kamaşsın

hala birkaç damla gözyaşın kaldıysa emanet alabilirim gelecekte bir günde kullanmak için. sayabilirim günleri. mesela sayılar yaratabilirim. kendi aksiyomlarımla bambaşka bir geometrik düzleme taşıyabilirim içine sığdıramadığım anlamları.

burası siki tutmuş durumda. sustuğun zaman kimse seni sevmiyor. sürekli aynı şeyleri söylediğimi hissediyorum. onu da becerebiliyor muyum emin değilim.

burada durup gözlerinden bahis açmak lazım. bir yer var düşümde susmak mümkün. gözlerin mi demiştik? bırak kamaşsın...

16 Ocak 2011 Pazar

cenaze

çok da üzülme
ölüyorum sadece
bir sigara yak
‘’zaten hiç sevmemişti şu boktan dünyayı’’ deyiver gitsin

15 Ocak 2011 Cumartesi

romantik

ah! pardon. az önce yine dünyayı ellerimden düşürdüm. bu düşürmelere iş kazası dersek kimsenin kalbi kırılmaz herhalde. hoş ben dünyayı düşürdüğümde mutlaka içinden bir şeyler kırılmıştır. aslında bu kazalar hoşuma da gidiyor. ismini bilmediğim bir sürü insanın kendi halinden sıkılıp kafayı yediğinin farkındayım.bunca delinin arasında akıllı kalmaya çalışmak delilik değil midir?

bu sırada senin ağır küfürler ettiğini biliyorum. dudaklarını falan boyuyorsundur bir yandan muhtemelen. vişne çürüğü... son olmasını istediğini tahmin etmem zor değil. tahmin edilmesi zor olmayan şeyler var. geçtiğin sokakları binalarının beni görünce başlarını öne eğmesinden anlayabiliyorum mesela. yürüdüğün yollarda medeniyet tarihi boyunca kimler yürümüştür sence?

acaba kış mevsimi neden var? bu kadar çok sevmem varlığını sorgulamayacağım anlamına gelmiyor elbette. az önce tenim tenine değdi; ne güzel oldu! bir kapı açıldı sonlu bir sonsuzluğa farkındayım.

tam kapıdan çıktığında bir yağmur yağar belki. bir yağmur yağar, ıslanırsın. romantik falan değil.

12 Ocak 2011 Çarşamba

yanlarım ağrıyor

o sırada birilerinin susması gerekiyor. bazı kaldırımlar biliyorum,taşlarının çizgileri yok. yürümek hiç zevkli değil. neyse anlamsızlığa dönelim. dedim ya tam da o sırada birilerinin susması gerekiyor. olduğu yerden o kadar uzağa taşıdık ki kelimeleri yeni anlamları hiçbir şeyi çözmeye yetmiyor. belki de çözülmesi gereken bir şey yoktur. ben ara sıra götümden uyduruyorum böyle şeyleri farkındayım.

bazı ağaçlar biliyorum gölgeleri çok uzağa düşüyor. bazı insanlar biliyorum gölgelerini kaybetmişler. hayatın boyunca bir sadece bir gölge olabileceğini düşünen var mı hiç? biraz abartıyor muyum sanki? neyse siktir et. konusuzluğa dönelim.

eskidikçe değer kazanan şeyler var. bir de eskidiği hiç anlaşılmayan şeyler var. hani şu kahverengi olanlar.ölünce anlam kazananlar var. bir de ölümsüz olanlar var. belki de hiç pıhtılaşmıyorlar. biliyorsun bazı gezegenler var, ana ışık kaynakları gözlerin. susmam mı gerekiyor? ya anne yat uyu işte uykum yok benim. ne? tamam sıkı giyindim zaten. grip olmanın en kötü yanı sigara içememek. annem bu işe çok seviniyor. kimlerin cenneti kimlerin cehennemi olur ve giriş kartı olarak ne kullanılır?

bazı gölgeler var. güneş niyetine seni kullanıyorlar. biraz kızgın mı olmam gerekir? bir aksilik olabilir; farkındayım. ben bütün sorularımı o meşhur çakmak cebime koyuyorum ve susuyorum tekrardan.

çünkü ben bunlara rağmen, bir türlü kimseye kızamıyorum.

10 Ocak 2011 Pazartesi

alka-seltzer

aklında son bulan sınırlar var. geçip geçmemek arasında kararsızsın. belki tutman gereken sözler var ve tutup tutmama konusunda alman gereken karar daha öncelikli. aklında sınırlar var. bütün ülkelerde sevişmen yasaklandı. tamam, sus şimdi. kessene zırlamayı!

mutluluğun peşinden koşmayı bırakmanın zamanı geldi. neden bunu kabullenmek istemiyorsun? mutluluk sadece haritada bir nokta. sınırlar var, ulaşamazsın. bulantın kötüyse çantamda iki üç tane alka-seltzer var. belki hayatını falan kurtarır.

gönüllü tahammül edilen çok az gerçek var. bazı şeyler tebeşirle yazılmıyor. illa kan akıtmak gerek. neye kilitlediğimi biliyorsun. sınırlar var işte. bir yerden kaçarsan sakın ha yakalanma kendine.

belki de fil yutmuş bir boğa yılanı olmayı tercih edersin. belki de holden'in koklaşamadığı şu fahişeye özenirsin. belki sonuna kadar gidersin.

sonuna kadar gidersen seni saklarım.

biliyorsun; sınırlar var.

5 Ocak 2011 Çarşamba

kaçış 3

istanbul'u terkediş notları 3:

tam şu anda, yani söyleyecek pek fazla şeyin kalmadığı bir zamanda pencereden dışarı bakıyorum. birazcık çabalasam belki de insanların hayattan zevk almaktan bu kadar uzakta olmalarına üzüleceğim.

yaşamayı uzun zamandır çok sert ve kaliteli bir içkiyi tatmaya benzetiyorum. dolu dolu bir yudum alıyorsun önce... ağzının içinde ve damaklarında gezdiriyorsun bu yudumu ve hafiften bir uyuşukluk geliyor damaklarına. sonra içkinin tadını birazcık alıyorsun ve birden genzinden aşağı bırakıyorsun. önce epey bir yakıyor. ciğerlerinin bile ısındığını hissediyorsun. bu yakma bir zevk veriyor ama yakma işte, yakıyor epeyce. yeteri kadar süre geçtikten sonra damaklarında muhteşem bir tat kalıyor. vücudunda dolaşan o kaliteyi içkiyi düşününce ''iyi ki içmişim ulan!'' diyorsun.

tam olarak ne zaman başladı bilmiyorum ama bu şehir artık tekel votkasından farklı değil. zorunda kaldığın için içiyorsun ve inanılmaz bir baş ağrısı promosyonuyla geliyor. çoğu zaman ''ne bok vardı da içtim şu zıkkımı,'' dedirtiyor insana. alışkanlık işte. ne yazık ki burası da kötü bir alışkanlık formuna girdi.

dedim ya, tam olarak zamanını hatırlamıyorum. ama bir zamanlar böyle olmadığımı biliyorum. bu uyuşmuşluk hali... uykuyla uyanıklık arasında eriyen bir yaşam...

söylemem gerekir: bunların hiçbiri romantik gelmiyor bana. olduklarından başka anlamlar yüklemiyorum. bu yaşam formunun sanatsal hiçbir tarafı yok. acınası? bu da doğru kelime değil. tam da şu an yani zamanın hiçbir öneminin kalmadığı zamanda doğru kelimeleri bulmakta hayatım boyunca zorlandığımı farkediyorum. bütün şimdiki zamanlarda kendimi kaybettim. hükümsüzlük de bir hükümdür.

gittiğim yerde farklı bir adam olmayacağım belki ama gittiğim yer umuyorum ki farklı bir yer olacak. şu sevimli kasaba filmleri vardır hani. o filmlerdeki sevimli kasabalardan biri olsun. zaten büyük bir rol beklediğim ya da üstlenmek istediğim yok. çok sıradan: bu şehir insana figüranlık yapmayı öğretiyor. insan da bunu bir güzel içselleştiriyor.

ben şimdi bütün hayali gerçekliklerimi pantolonumun çakmak cebine sıkıştırıp senin olmadığın bir yere gidiyorum. adın neydi senin? hah evet hatırladım. istanbul...

1 Ocak 2011 Cumartesi

baston

haydi ama. birkaç adım daha. yapabilirsin!

yorulduğunu biliyorum. sürekli bütün bunların ne zaman biteceğini soruyorsun varlığına hiç inanamadığın tanrılara. aslında bir inansan her şey kolaylayacak kendini. yanlışlıkları tanrının hikmetine havale edeceksin. belki bir mektup. iadeli taahhütlü...

susmak garip şey biliyorsun. zamanla alışkanlık haline geliyor. bir bakıyorsun bir sessizlik çemberi olmuşsun başlı başlına, adını kimsenin hatırlamadığı şehirlerde. bütün bunların sona ereceğine ben de inanıyorum bütün dil bilgisinden yoksun düşüncelerimle. ancak sayın tanrı koskoca cemal abi'yi siklememiş; beni mi bir düşüncesine yerleştirecek?

muhtemelen bir son daha var bir yerde. içbükey yalnızlıklar bu kadarını hakediyor olmalı. kırılgan bir sessizlik atağını bütün vahşetiyle parçalarken kadife sensizlik; muhtemelen birkaç şarkı yazılmıştır kırılganlığının heybetiyle sustursun diye tüm sesleri.

hatırlarsın sen de; tam o sırada ben cebimden kanyağımı çıkardım. götümüz donmaktan birazcık da olsa kurtulsun diye. bir öpüşle sonlanmadıktan sonra üşümenin de bir anlamı yok. sahi kış mevsimi insanlar daha sık sevişsin diye mi var? bu yüzden mi bu kadar çok seviyorum kışı?

birkaç adım daha atarsan kim olduğunu unutabilir misin?