28 Aralık 2010 Salı

kır

eski, sevimli bir kır filminde küçük bir rolüm olsun isterdim. mesela esas adamın esas kızımızın yanına gitmeden önce oturduğu çimenliğin arka planında keçileri otlatan çoban olabilirdim. belki kamera sahnenin sonların doğru beni biraz daha yakın çekime alırdı. bilemiyorum belki de arka planı flu yapardı ve seçilemez olurdum.

önemsiz gibi görünen bir ayrıntı olmak için neleri feda edebilirdin? mesela andre gide'in pastoral senfoni'yi yazarken oturduğu sandalye olmak ister miydin? homofobiksen figürü değiştirebiliriz. mesela james joyce'un ulysses'i yazarken kullandığı kağıt olmak ister miydin? küçük bir kır filmi diyorum sana. renkler pastel... belki atları tımarlayan seyis olurdun. öyle bir çimen ki tüm papatyalar sarı. ağızda küfür yok.

yaraları derin olmayanlar tanıyorum mesela. neyi yanlış yapsalar suç yaralarında. yaralarına yardımı dokunmayan sevgiyi yaradandan bile gelse kabul eder miydin?

bunca yanlışlığı kaldıramayıp son sahnede tanıdığın herkese ana avrat dümdüz söver miydin?

27 Aralık 2010 Pazartesi

soyutlamalar 5: demir al

uzaktan sesi geliyor beklediğim gemilerin
gelişi bir dert,sesi ayrı,gidişi ayrı
bir yerden bir yere gidiyoruz içimizdeki gemilerde
kaçmak için bir başka şeyden

ben uzun zamandır susuyorum kimse anlamasın diye
kimsenin kimseyi anlamadığını

24 Aralık 2010 Cuma

soyutlamalar 4: hayyam'ın sarhoşluğu

hayyam'a sorsan
hayyam da bilmiyor
hasta hekime
kimin
derman bulacağını

ben öyle bir sen yarattım ki
ben''de''
bilmiyorum
suyun
nereye akacağını

kalabalıklar var
yetmez
ayrılıklar var
yok
bizi kesmez

farkındaysan ben
hep olanlardan bahis açıyorum
olmayanlar
kimseyi yaralamasın diye

hayyam'a sorma
hayyam da bilmiyor
nerede olduğunu

ben öyle bir yer biliyorum ki susmak mümkün
ağaçlar var
kara adam var
gerisi...

hayyam'a kızma
duvarlar var yıkılmıyor

ben öyle bir yer biliyorum ki
kaçmak mümkün
bitişler var
sanki hiç olmamışlar

yarını ararken
dünde kaybolmuşlar

17 Aralık 2010 Cuma

soyutlamalar 3: montajda atılır onlar

bir, çok, şey
kan dediler
döküldü ha dökülecek

birkaç fotoğraf var aklımda
zihnimin deklanşörü
bu kadar huysuz değilken
ikinci el
anıları
kaydetmek için sakladığım

bazı şeyler kahverengi mesela
eskidiği anlaşılmıyor
bazen renkler uyumsuz
kanlar falan gelecek
boyayacak her şeyi
zifir karanlığa

birkaç fotoğraf var
kadrajda hep birden fazla insan
ben düşünürken
kaç habersiz hayatın içinde
bir fotoğrafa sıkıştığımı
kan var
döküldü ha dökülecek

bazı şeyler ölümsüz belki de
pıhtılaşmıyorlar
aklımda bir fotoğraf var
kimse yerinden memnun değil

hadi uyan işe geç kalacaksın

12 Aralık 2010 Pazar

soyutlamalar 2: fütürist aşık

yorgunluğu tembelliğin
usulca yaklaşan gölgeler
anlaşılamaz griliği sensizliğin

bir zamanlar çocuklar dostumdu
şimdi hepsi büyüdü
şarap içip kustuğumuz sokaklara
başka başka isimler verildi
televizyonlar renklendi
hayatlarımız karardı
zaman bile kılıf değiştirdi zamanla
zamanla değişmeyenler vardı
oldukları gibi sustular


sıyırıp iç çamaşırını
kanırtarak parmaklamak isterdim bugunü
yaşanamayan dünü
iç buhranlarıma kurban yarını
tüm tecavüzcü tarafımla yargılamak isterdim zamanı
eminim ki bu birçok şeyi çözmezdi
az çok adının değişmediğinden emin olduğum kadar eminim ki
her sabah ayrı bir eziyetti
beklenenin bitmeyen beklenişinde


bir zamanlar gelecek vardı
bekledim
gelmedi

soyutlamalar 1: c.s.h.e.

bir bakarsın bir kurt olurum yediğin ayvanın içinde
bir mikrop olurum tenine yapışmış
yerinden memnun
ömrü kısa

bana yani bize benzeyenler var
gözle görülemeyen
varlığından emin olunan
hakkında çok laf edilmeyen
belki güneş falan oluruz
nasa'nın kabul etmediği sistemlerde

büyük sessizlikler olur soframızda
hiçbir günahın gücü yetmez
ortalığı karıştırmaya
ortalık oluruz
içinde kimsenin sevişmekten çekinmediği

bir bakarsın kan olursun
az önce ilk kez açılan
çeşmeden gelen
bundan sonrasının
bazıları için
pek
önemi kalmaz

birden bir şiir olursun
büyük bir ustadan
okul kitaplarına giremeyen
ama tüm çocukların anladığı

sonra birden yağmur duasına çıkarız
sonra kuşların terkettiği şehirlerde
gürültü oluruz

olur da sahne değişir ya
hani değişmez de
bir renk oluruz
gökkuşağı varlığından utanır

8 Aralık 2010 Çarşamba

zaman

o sabah uyandım ve yarım şişe pasiflora'yı kafaya diktim. işe yaramadığını söyleyenler var ama o ilaç bana çok iyi geliyor. nesneler yavaşlıyor sanki. hayat o sıkışmışlığından, ağzı bozukluğundan, hızlılığından ve kronik mutsuzluğundan kurtuluyor sanki... hayvanat bahçesinde yolunu kaybeden bir çocuk gibi...

muhtemelen bu esnada sen uyanıyorsun. yani öyle bir uyanmak ki ağzında bin bir küfür. kıyıda köşede biriktirdiğin paralar tükenmek üzere. hala bir iş bulmamışsın, hala düzenli bir seks hayatın yok, hala çok sevdiklerini istemeden de olsa çok fazla kırıyorsun. o an bir şeyler oluyor ve sahne değişiyor. nasıl olduğunu anlayamıyorum.

''çok sarhoşsun; yine... ne gerek vardı ki? yine... tamam sen uzan ben üstünü örterim; yine...'' uyumak istemediğimi ve çok sıkıldığımı söylüyorum. şu an hatırlamadığım bir sürü şey daha söylüyorum ve sızıyorum. sabah kalktığımda üstümü örtülmüş buluyorum ve senin örtmüş olmanı umuyorum. çünkü sen o sırada uykusuzluk sorununa çözüm bulamamayı kabullenmeye çalışıyorsun. yardım etmek için bir şeyler yapmam gerektiğinin farkındayım ama aksi gibi o sıralar iki elimle bir siki doğrultamıyorum. o an bir şeyler bitiyor ve sahne değişiyor. istemesem de anlayabiliyorum.

uzun zamandır es geçtiğim bir sokağa sapıyorum. şiddetle dökülen saçlarım fazlaca yağlı, ayakkabılarım ve paçalarım çamur içinde, sakalımın acilen kısaltılması lazım çünkü yolmadan duramıyorum. uzun zamandır kolumda saat var ama ben içimde bulunduğum zaman dilimini anlamak için cebimden cep telefonumu çıkarıyorum. bu tükenim çılgınlığı beni cinnetin eşiğine geçiriyor. o an saatin kaç olduğunu merak ediyorum ve kolumdaki saate bakıyorum. anlıyorum...

hepsi geçer demiştin; geçmiyor zaman.