30 Haziran 2010 Çarşamba

artık özgürüm ve özgürlüğümü kendime bile değişmem.

27 Haziran 2010 Pazar

kağlumbağa'yı geçmeye çalışırken diğer kaplumbaları göz ardı eden insanın acınası sonuna pek acımıyorum. hayat bir sürü engel ve karışıklıkla dolu ve çok üzülmemek için çok hazırlıklı olmak lazım her şeye. ne yazık ki hayallerimizi küçültmemizi istiyorlar. hayalkırıklığının korkusuyla bize bunn yaptırmaya çalışıyorlar. ben onların istediği şekli almayacağım. o kadar güzel hayallerim var ki hiçbiri gerçekleşmese bile hiçbirinden vazgeçmem.

20 Haziran 2010 Pazar

onların merak ettikleri

oturduk ve seni sordular. ne anlatmam gerektiğini hiçbir zaman bilemedim. o zaman da bilememiştim. bir süre sustum. önce darlamamak istediler, sonra tekrar sordular. düşündüm, hiçbir şeyi çözemedim, başladım.

saçlarına güneş vurunca aydınlanan gezegenlerin ismini saydım önce. bu kısım biraz uzun sürdü. sonra saçların vardı işte. kokusundan bahsettim. sonra şu an hangi rüzgarın saçlarına boyun eğdiğini bilmediğimi söyledim... ... üzüldüler.

sonra dudakların aldı sırayı. dokusundan, tadından hatta kokusundan bahsettim. dudaklarımla nasıl da hemen anlaştıklarını söyledim ve gülümsedim. ağladılar. sonra ne zaman açılacak gibi olsalar saçlarından yansıyan güneşlerde tüm seslerin o çıkacak sese kulak kesildiğini söyledim... ... şaşırdılar

araya kalbin girdi ama anlatmaya kalbim yetmedi. ellerini aldım ben de. ''utandığında terliyorlardı,'' dedim. ''dokunduğu yere çare olan bir sıcaklığı vardı,'' dedim.

susmak istedim. her şey sussun istedim. rahat durmadılar. seni sordular. ''o kadar çok sevdim ki korkup gitti,'' dedim... ...sustular...

17 Haziran 2010 Perşembe

öyle ki

bugün bütün evreni kırmızıya boyamak istiyorum; yani öfkeye. istiyorum ki sessiz ya da tepkisiz hiçbir şey kalmasın. bütün kalanlar dökülsün.

bugün bütün evreni kırmızıya boyamak istiyorum; yani korkuya. öyle bir korku ki diğer bütün korkuları bastırmaya gücü yetsin.

bugün bütün evreni kırmızıya boyamak istiyorum; yani aşka. öyle bir aşk ki...

15 Haziran 2010 Salı

mevsimler

(ne yazık ki en büyük yalan henüz söylenmedi ve çok küçük de olsa bana söylenmesi ihtimali bazen epey endişe verici olabiliyor benim için.)

kızgınım. çok daha kızgın olmam gerekir. hepimizin çok daha kızgın olması gerekir. bu kabullenmişlik ve dünyanın üzerimizde yapmak istediği değişimlere boyun eğmek pek hayırlı bir tutum değil. devrim ne kırdan kente ne de kentten kıra doğru yayılır. devrim insanın içi neresiyse oradan başlar ve onun için sokak neresiyse oraya yayılır. nelere kadir olduğunun bilincinde olmayan insan ırkından nefret ediyorum.

sokaklar tehlikeli, kalabalık, tekin değil ve öylesine güzel ki... ben korku imparatorluğunun bir esiri değilim. üstüne çökebileceğim tek bir kaldırım taşı kalana kadar da sokağı sahiplenmeye devam edeceğim. çünkü biliyorum ki orada hayat var.

mevsimler boyunca mevsimleri bekledim. mevsimler boyunca karma denen felsefenin kendini hayatım üzerinde doğrulamasını bekledim. mevsimler boyunca bir anlam bekledim. en sonunda anladım ki: acıma duygusu yok mevsimlerin. mevsimler boyunca...

bu beklenenlerin gelmeyişi hali beni haddince üzdü. üzülecek çok şey var, yeteri kadar vakit yok, hayat bu kadar sertken bir de kendi kendimi üzmeme hiç gerek yok. sokakların kabuğu sert içi yumuşak. mevsimler haddini aştı. farkındayım yine kafam karıştı. üzgünüm ikarus, mevsimleri değiştiremedim.

9 Haziran 2010 Çarşamba

con. fused.

kuvvetle muhtemelen bana geldiler. geldikleri gibi gitmeye de niyetleri yok. geçen gün oturup çay falan içtik kendileriyle. uykusuz ve huysuz oluşum dikkatlerinden kaçmadı. çayın içine votka karıştırmış aralarından biri. kafayı bulunca bremen mızıkacıları gibi bir kule oluşturup gezmeye başladık sokaklarda. bir baktık fareli köyün mızıkacıları olmuşuz. arkamızda diğer gelenler ve gidilenler var.

andersen'in derdini anlayan pek çıkmadı...

uyudum ve rüyamda daha önce gitmediğim yerlere gittim. daha önce görmediğim insanları gördüm. uyandım ve emin olamadım. bir ses duydum sandım ve emin olamadım. ya rüya sandıklarımız gerçek ve gerçek sandıklarımız rüyaysa?.. kendi algılarıma bile güvenemediğim bir yerde insanlara çokça güveniyorum ve bence bu bir zayıflık değil. çünkü onların da insan olduklrının farkındayım. bu da hatalı ve eksik yaratılışımızın farkında olduğumu gösteriyor. insandır ve bir bok yemiştir...

andersen kendini pek iyi anlatamadı...

susmak her zaman için bir seçenektir; ama çoğu zaman saçmalamak önde gelir. insanın sessizliği içselleştirebilmesi ve karşısındakiyle sessizliği paylaşabilmesi çok önemli ve önemi henüz pek farkedilmemiş bir şeydir. insandır ve aklı yetmemiştir.

karıştım ve konuları birbirine karıştırdım. çok büyük sorun olmasa gerek. başların ayaklara karıştığı bu yerde benimki çok küçük bir karışıklık. insandır ve karışıktır.

gün gelir ayaklar başların tepesine biner. demedi demeyin sayın baş'lar.

andersen anlatırken uyuyakaldı...

8 Haziran 2010 Salı

(her günü yarın ölecekmiş gibi yaşayan insanlar tanıyorum ve bu rahatlık bana evrendeki insanların hayatı algılayış şekilleri arasında bile bir denge olduğunu düşündürüyor. ben hayatımı 15-20 yıl sonra ölecekmişim gibi yaşıyorum ve sanki 100 yıl ölmeyekmiş gibi yaşayan insanlar biliyorum. sadece bundan yola çıkarak bile yaşadığım yerin ne kadar kaotik bir yer olduğu sonucuna varabilirim. ancak görmekte çoğunlukla sıkıntı yaşadığımı ama bildiğim bir şey var ki; kaosun içinde tarifi zor bir güzellik yatıyor.)

evet sıkıldım. sorun mu? değil. ama ben sıkıldım. masumiyet, dinginlik, huzur peşinde falan değilim ama yine de sıkıldım. aklımda tilkiler, ruhumda fahişeler, kalbimde ölüler var çoğu zaman. beni yeterince seven biri varsa beni öyle güzel düşürsün ki kimse tutmaya kıyamasın.

uyumak gibi mesela ya da susmak gibi. ölmek gibi değil. kimi insana ölmek bile yakışıyor, bazı insanlar hiç ölmüyor. hatıra tebessümüyle düşen anılar gibi...


(anladım ve yazmaya devam ediyorum)